Gençliğinizin Gıybetini Bilin!
Dünya değişiyor. Her gün bambaşka bir hikayeye uyanıyoruz. Aslında hepimiz
bir parça Gregor Samsayız. Bir uyanıyoruz, yeni bir şey olmuş ve biz buna
alışmak zorundayız. Çok vaktimiz yok.
50 yıl önce yaşayıp ölmüş bir insanla anlaşabileceğimiz pek ortak noktamız
kalmadı. İkimiz de insanız fakat biz farklı bir tür haline geldik. İnanılmaz
bir iletişim çağı içindeyiz. Ama hiçbir iletişimimiz yok. Sahi Whatsapp yokken
nasıl haberleşiyormuşuz? Allah’tan Whatsapp var ve biz haberleşebiliyoruz.
Dünya çok hızlı değişiyor. 10 yıl sonra işe yaramamaktan korkmuyor musunuz?
Peki biz bu değişimin neresindeyiz?
Aslında değişim insanın ‘yapmam’ dediğini yapmasıdır. Onun dışındaki
kısımlara ‘gelişim’ diyebiliriz. Mesela; ‘abi çift profili de neymiş ya
saçmalık, iki insanın bir tane Facebook profili olur mu?’ diye gıybet yapan
arkadaşınızın 1 ay sonra Ayşe Cemil Kütük diye Facebook profili açması küçük,
basit bir değişimdir.
Bu topraklarda yaşayan insanlar başlarda değişime çok açık değildi. Sosyal
medya bizi öyle bir hale getirdi ki; Mark Zuckerberg’den daha Facebookçu olmaya
başladık. Eminim Zuckerberg, Facebook’a günde en fazla bir kere filan
giriyordur. ‘Eski tadı kalmadı yea’ diyordur. Biz zor kabul ettik ama çok içine
girdik.
Konu sadece Facebook ya da sosyal medya değil. Bir yandan da teknoloji
gelişiyor. Uzayda yaşama fikri akılların bir yerinde bekliyor. Mesela CERN’de
binlerce profesör bir araya gelip Tanrı Parçacığı bulmak için deneyler yapıyor.
Başlarda ‘bizum emiceoğli da CERN yapayi, hem Tanri Parçacuğu hem de az yakayi’
diyerek karşı çıktık ama şimdi ne kadar normal gelmeye başladı. Sanki her gün
atom çekirdeği çarpıştıran insanlar olduk.
Biz yeni bir gelişim olduğunda başlarda (sanırım iklimden dolayı) hep
muhalefet oluyoruz. Güneş enerjisi bulunduğunda kabullenemeyip karşısına ‘Güreş
Enerjisi’ni çıkaran topraklar yine bu topraklardır. Platon’un ismini
kabullenmeyip Eflatun diyen ve sonra ‘Platonik Aşk’ diye bir kavram kullanan
yine bu topraklardır. (Bu arada Platonik Aşk; Platon’un ulaşılamayacak kadar
üst düzeyde olan devlet hayalinden gelmektedir.)
Şimdi ise başlarda kabullenemediğimiz Survivor’ın hastası ve aşığı olduk. O
Ses Türkiye hayranı olduk. Hatta hiç müzik dinlemeyen annelerimiz nota
bilgisine kadar yarışmacıları eleştirmeye başladı. Bizim evde ise annem ve
anneannem O Ses Türkiye saatlerinde, dönen tekerlekli sandalyede televizyona
ters oturuyorlar. Yarışmacı iyi söylüyorsa ekrana dönüyorlar.
Ne ara bu kadar adapte olabildik? Ve bu yarışmadaki bütün insanları ne
kolay eleştirebilir olduk. Her değişim bizi bizden mi almaya başladı?
Televizyon karşısına geçip ekrandakilerin yüzlerine baka baka gıybet yapmanın
hazzına mı vardık? Yıllarca her evde gizli kapaklı yapılan dedikoduyu ve
gıybeti ortaya çıkarıp ekranlara taşıyan programlara ne çok hazırmışız.
İçimizde varmış da dürtülmesini bekliyormuşuz.
Muhtemelen 50 yıl öncesinde yaşayıp ölmüş adam yan komşusunu gizlice
eleştirince tatmin oluyordu. Şimdi biz Turabi’yi, Atakan’ı, Semih’i eleştirince
tatmin oluyoruz. 50 yıl önceki adam tanımadığımız insanların dedikodusunu
yaptığımız için bizi hiç anlamayacak. İyi de biz de onun komşularının
dedikodusunu yapmasını anlamayacağız. Çünkü biz de komşularımızı hiç tanımıyoruz.
Değişim insanların faydasına olmayabilir. Fakat gıybet etmek, eleştirmek,
dedikodu yapmak bizim faydamıza değil diyemeyiz. Biz, yan odadan ses geldiğinde
‘ne oluyor’ diye meraktan ölen bir grubuz. Sanırım böyle rahatlıyoruz. İçimizdeki
kötülüğü böyle yumuşatıp kısabiliyoruz.
Yarın yeni bir değişim bizi bekliyor. Bakalım ne olarak uyanacağız? Örümcek
mi? Zürafa mı?
Siz yine de gençliğinizin gıybetini bilin.
Ömer Fikret ŞEN
Yorumlar
Yorum Gönder