Masadan Taşanlar

Masanın üstünde tüm gerçekler…

Evden çıkarken masaya biraz hüzün, birkaç bozuk hayal bıraktım. Akşam ben gelene kadar canın sıkılmasın diye…

Ama sana biraz kırgınım. Dün bıraktığım gözyaşlarıma hiç dokunmamışsın. Ne yaptın gün boyunca? Neye üzüldün? Ne oldu da geldiğimde yoktun…
Sahi, sen neden yoksun?

Biliyorum, her gün senin için masaya birçok şey bırakıyorum. Demiştim, masamız biraz eski diye; görüyorsun tartamıyor bunca şeyi! Geçen hafta bıraktığım yalnızlığım öylece duruyor. E kim alacak bir sevginin son kırıntılarını?

Söz vermiştin sanırım.
Meteoroloji yetkililerinin sıcaktan “dışarı çıkmayın” ikazı yaptığı bir Ağustos günüydü. Ben üşüyordum. Sen söz vermiştin ve ben titremeye başlamıştım. Korkuyordum da bir yandan. Bir insan yapmayacağı hiçbir kelimeyi söylemez. Yapacağından korkuyorsa; ki sen korkuyordun, onu yapacaktır. “Nerede ömür boyu beraberiz” diyen birini görürsen, ömür boyu beraber olamayacağından korkan birini de görüyorsundur. Siyah rengi görüp, “yemin ederim siyah” diye başladıysan söze, siyah olmadığından şüpheleniyorsundur.
İşte tam da bu his ile üşümeye başlamıştım. Çünkü o güne kadar biz birbirimize hiç sözler vermemiştik. Böyle bir ihtiyacın olduğu bir ilişkinin basitliği, bizim için hep eğlenceli olmuştu. Ama sen demiştin:
-        Sadece seni seveceğim…

Biliyordum. Biliyordun. Sevmeyecektin.

Bunu dedikten sonra optimum faydada sıkıştığımızı anlamıştım. Hep yukarı çıkan bir şeyler için artık aşağı inme vakti gelmişti. Sen el ettin şoföre ve “müsait bir yerde inebilir miyim?” dedin. Para üstünü bile istemeden öylece indin. Bense son durağın yolcusu olarak en arkada köşede cam kenarında bekledim. Seni değil sanırım. Yolun bitmesini bekledim.

Her akşam geldiğimde masaya bakıyorum, öylece. Sabah ne bıraktıysam duruyor. Peki, ben gün içinde nereye gidiyorum? Hiç merak etmiyor musun? Ben merak ediyorum. Çünkü tam olarak bilmiyorum, her günün sabahında evden neden çıktığımı, nereye gittiğimi merak ediyorum. Sadece döndüğümde seni görebilirim diye evden gidiyorum ama nereye gittiğimden bihaber. Belki sen de nereye gittiğini bilmeden, aynı bilmediğimiz yerlere gidersin. Benim bilmediklerim ve senin bilmediklerin aynı olursa, bir ihtimal seni görürüm.

Ya da ayaklarımız… Kendini boşluğa bıraktığında bilmediğin sokaklara yürürsün ya; aslında bilmediğin değildir o sokaklar. Sen bilmiyorum desen de, ayakların biliyordur. Bir anı ya da yaşanmışlık vardır o sokaklarda. İşte bütün kaderimi ayaklarıma bırakıyorum sanırım. Senin ayaklarınla aynı yaşanmışlığa yürürlerse “belki” diyorum… Seni görürüm…

İşte yine bir akşam ve yine bir sabah. Yine senden yoksun sokaklar ve diğerleri.

Hep merak ederim; şeftalinin çekirdeği bir gün dışarı çıkıp yeni bir ağaç olmanın hayalini kuruyor mu? Yoksa ömür boyu o şeftalinin içinde hapis hayatı yaşadığını mı düşünüyor? Sonrasını tahmin edemediği karanlık bir hücredeymiş gibi mi yaşıyor? İşte tam olarak bu haldeyim. İçine kapandığım karanlık kuytu kırgınlıkların sonraki adımındayım. Belki bu karanlıktan atsam kendimi dışarı, bir ağaç yeşerecek dünyada. Ve yeni umutlara yaprak açacak. Ama hep küskün kalarak…

Belki diyorum ya; belki gelirsin. İşte bu sebepledir masaya bir şeyler bırakmam. Çünkü sen severdin. Benim erken çıktığım günlerde masaya bıraktığım her şeyi severdin. Belki biraz para, belki birkaç not, bir şiir ya da herhangi bir hediye… O masa bizim birbirimizi görmediğimiz anlardaki iletişimimizdi. Oradan konuşur, oradan dertleşirdik. Ben senden güzel bir yemek istiyorsam, masaya bırakırdım yapacağın yemeğin ederi kadar para. Ya da giderken uyandırmaya kıyamadıysam eğer seni, masaya bırakırdım “çok güzel uyuyordun, uyandırmaya kıyamadım” notunu.

Bazı sabahlar evden çıkarken benliğimi bırakıyorum masaya. Yanlış hatırlamıyorsam evin bir anahtarı hala sende. Ben yokken girersen eve, benliğimi masada bulup kendi benliğine katarsın diye. Geçen gün, seni sevişimi bıraktığımı biliyor musun? Belki de biliyorsun, belki de benim olmadığım her an evdesin. Superman ve Clark Kent gibi olabiliriz. Benim olduğum yerde sen, senin olduğun yerde ben yokum sanırım. Gittiğim her yerde; “az önce ‘O’ buradaydı” diyecekler diye bekliyorum. Ya da gece ve gündüz gibi, birbirini takip eden ama hiç kavuşamayanlar olabiliriz. Ben geceyim sanırım. Karanlık, kasvetli ve ürkütücü. Sen gündüzsün. Ben seni kapatıyorum her gün. Sen inatla ortaya çıkıyorsun. Ben kapatıp içini karartmaya devam ediyorum. Öylece sürüp gidiyoruz…

Peki, ne diyecektin? Beni görmeden öylece gidişinin üzerinden epey geçti. Onlarca ay, hafta, gün, saat… Onlarca takvim yaprağı geri dönüşüme çoktan girdi bile. Senin geri dönüşümün ne zaman? Bir kâğıt gibi doğaya tekrar dönüp faydalı olacak mısın? Neyse, konu dağılmasın; son kelimelerin demiştik, nasıl olacaktı? Gözlerime bakıp, “sorun sende değil” mi diyecektin? Soru’m kimde? Benim asıl sormak istediğim “benim sorum” kimde? Kim sormak istemiyor ya da sordurmak istemiyor. Sen değilsin biliyorum, son kelimesi “sorun” olabilecek kişi, sen değilsin. Bir dakika… Benim hiç aklıma gelmedi… Belki de son kelimelerini masaya bırakmıştın. Özür dilerim, ben hiç masaya bakmadım. Ve o kadar çok şey koydum ki masaya; bıraktığın kelimeler epey aşağıda kalmıştır. Bulmam mümkün değil sanırım. Bu da hep duymak isteyeceğim ama duyamayacağım olarak kalsın mı?

“Şimdi ne olacak?” diye sormak isterim ama şimdiyle hiç ilgilenmediğimi biliyorsun. Benim derdim hep yarın oldu. Çünkü yarın olacakları hiçbir zaman bilemedim. Bilmediğim her şeyden korktuğumu biliyorsun. Evet, yarından korkuyorum. Seni bana getirecek herhangi bir gün olduğunu bilsem de korkuyorum. Seni bana getirecek yarın, götürmesini de bilir. Bir başka günün yarını değil miydi çekip gittiğin gün? İnsan yarından nasıl umutlu olur? Yarın korkunçtur, yarın hüzünlü… Her gidiş, her kaybediş, her ölüm yarın olur. Herhangi bir günün yarını…

Ben artık devam edemiyorum, sadece senin yokluğunun bir tarafında yaşayanlar devam ediyor hayatına. Masa mesela. O gidişini fark etmedi sanırım. Hala dört ayağının üzerinde duruyor. Ben iki ayağımın üzerinde bunca yükü taşıyamazken, o hiçbir şey olmamış gibi duruyor. Sahi gittin mi? Belki ben de fark etmedim gidişini, belki kendi kendime kuruntu yapıyorum. Belki de gitmedin…


O değil de gelsene…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Teyzeler!

Gardiyan (Hikaye)

Çay, Şifo Mehmet ve İlgi Bende